Ben... ben bunu yapmayı hiç istememiştim. Aslında istedim ama istediğim şey bu değildi. Tam olarak... Ah saçmalıyorum yine. Ellerimdeki kan henüz kurumadı ve ben bir zamanlar karşısında mum alevi gibi titreyerek durduğum çocuğun akciğerini sırtından söktüm.
Biliyorum...
Kulağa iğrenç, tiksindirici, ürkütücü, korkutucu gibi pek çok şekilde geliyor
ama benim bunun için ne kadar sabırla beklediğimi bilemezsiniz. İblis’in kaderi
ne kadar cennetten kovulmaksa benim de kaderimin bu olduğunu onu ilk gördüğüm
anda anladım. ‘Ben bu çocuğu öldüreceğim.’ Bunu düşündüğümden 15 dakika
öncesine kadar hiç kimsenin haberi yoktu. 15 dakika önce yalnızca ona söyledim.
Şimdi bir de siz biliyorsunuz. Bilirsiniz en güzel romanlar üzerine düşündüren
muhteşem bir sonla biter. Onun son duyduğu şey ‘Bu anı yıllardır bekliyorum.’
oldu. Bence muhteşem bir son. O gün geldi ve o mumun nazik alevi, onun ciğerini
söktü. Hahaha... Bu gece yıllar sonra rahat bir uyku uyuyacağım.
Haklı olarak
soracaksınız şimdi; Bu öfke niye? Ne oldu? Hemen söyleyeyim; Kalbimle birlikte
parçalanan resim çantamın intikamını aldım. Bunun yanında kuş tüyü kadar zayıf
özgüvenimin ve görece ufak bedenimin, bir haftalık kemanımı korumaya çalışmak
zorunda kalmanın da intikamıydı o. Her an acaba nereden zarar verilecek endişesinin,
bugün lütfen olaysız kapıdan çıkayım dualarımın, gücüm yetmediği için ulvi bir
gücün beni savunmasına muhtaçlığımın intikamıydı bu.
Bugün tam 20
yıl 10 ay 19 gün oldu. Bratz bebekleri baskılı, koyu pembe, o çok sevdiğim
dosyam ve içindeki özenle yaptığım el işi ödevlerim... Hala kulağımda biliyor
musunuz o ‘Çocuk gibisin. Çocuk gibi resim dosyan! Senden nefret ediyorum!
İçindeki o mıy mıy bebekten, bir türlü büyümeyen bedeninden tiksiniyorum!’
diyen yeni ergen çatlaklarıyla dolu sesi. Ateş saçan yeşil gözleri bana
bağırırken yerlerinden çıkacak gibi kabarırdı. Öyle bir öfkesi ve nefreti vardı
bana ve bana ait olanlara. Hepsini söylerken o kadar gerçekti ki
söyledikleri... kalbim kırılırdı. Başka kimseye yapmazdı. Bir tek bana gücü
yeterdi. Ama bugün benim ona gücüm yetti.
Yaptığımı
Adli Tıp dersi verir gibi anlatıp bir sürü Latince kelimeyle zihninizi
bulandırmayacağım. Canını alanın bir zamanlar dosyasını kırdığı o cılız kız
çocuğu olduğunu bilin, yeter. Ne kadar az bilirseniz o kadar iyi. Hem... polisle
de uğraşacak zamanım yok. Madem ettik bir hayır tutup kulağından ayırmak gerek.
Ay annesi
ağlayacak bir de buna şimdi değil mi? ‘Ah Çakır gözlüm. Ah güzel kokulu
yavrum.’ diye tabutunda ağıtlar yakacak. Ağladığı evladını azıcık tanıyor muydu
acaba? Bir de çok merak ediyorum ya o tabutta ben olsaydım... Ya ölen ben
olsaydım? Üçüncü sayfaya haber olarak bile konulmaya gerek bulunmayan,
hepinizin ‘sıradan’ diyip geçtiği haberin öznesi ben olsaydım diyecek miydiniz
aynı şeyi? Bir kişi gelip ‘Gözlerini gören kirpiğine kıyamazdı. Nasıl kıydınız
gencecik kıza?’ diyecek miydi? Ben söyleyeyim; demeyecekti. Bu yüzden bu
hikayedeki ‘cani’ benim. Çünkü ben birinin gözyaşı sebebi olmak istemem. Yani
istemezdim. Ama o benim gözyaşlarımdan kendi müstakil evine havuz yaptı. Ben de
o havuza omuzlarındaki akciğerleriyle attım.
Ve siz... her
şeyi kenardan izleyen sayın (!) seyirciler, peki siz ne yapıyordunuz tüm bunlar
olurken? Elde çekirdek, çıt çıt değil mi? Böyle tuzlu tuzlu, dudaklarınız
şişmiş halde ‘Filanca falancaya şöyle yaptı böyle etti. Falanca da sustu kaldı
öyle her zamanki gibi biliyor musun?’ diyordunuz. Onları da duydum ben ama daha
durun canım; bi bekleyin, daha o çekirdeklerle işimiz var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarda argo ve benzeri kelimeler kullanmamaya dikkat ediniz.
Türkçenin imla kurallarına uymaya özen gösteriniz.
+18 içerikli yorumlar yapmayı aklınızdan geçirmeyiniz.
Facebook ve Twitter Türkçesiyle yazılmış; k ve v harfleri yerine q,w,x harfleri kullanılan yorumlar okunmadan silinecektir.