16 Eki 2020

Siyahın Aydınlığı

 Bu hikayeyi nereden anlatmaya başlasam bilemiyorum. Aslında anlatması gereken kişinin ben olduğumdan bile emin değilim. Belki Eda anlatsa çok daha ayakları yere basan şekilde anlatırdı ama benim bunu birine mutlaka anlatmam gerek. Bu bir aşk hikayesi.


Başta kendisi olmak üzere herkesin ‘asla evlenmez’ dediği asi arkadaşım bugün yüzlerce davetlinin önünde ‘sonsuza dek evet!’ diye bağırdı ve onun böyle bağırmasını sağlayan adam benim 3 aylık çalıştığım şirketten arkadaşım. Nasıl yaptım ettim bilmiyorum ama hayatımın en büyük başarısı bu. 


Her şey benim doğum günümü kutlamaya karar vermem ile başladı. Eda’nın tüm burun kıvırıp negatiflik yüklemelerine rağmen bir kafeyi tek gecelik kiraladım. Süslemeleri kendi ellerimle yaptım. Tüm o kasnaklar, balonlar hepsi benim emeğimle mekandaki yerlerini aldılar. Bronz, lacivert ve beyaz. Tanıdık geldi mi? Ravenclaw! Doğru! Konseptimiz Harry Potter ve Hogwarts dünyasıydı ve ben (ünlü bir reklam ajansında reklamcı olarak topuklular üzerinde seke seke ceylan gibi yürüyen ben) bir çocuk gibi doğum günü kutladım. Planım çocukluk hayalimi otuzumu bulmadan gerçekleştirmekti ve başardım. 


Tüm planı Eda’ya anlattığımda ‘Cidden cüppe ve asayla çocuk gibi parti mi yapacaksın?’ dedi. O an onun bir Slytherin olduğuna karar verdim ve tüm ikna becerimi kullanarak kendisini partime gelmeye ikna ettim. 


Kafenin kapısından o yeşil astarlı cüppeyle girdiğinde hissettiğim gururu anlatamam. Simsiyah beline gelen düz saçları ve yeşil gözleriyle muhteşem bir Slytherin kızı olarak karşımdaydı. Beklemediğim şey telefonla konuşurken kulak misafiri olan Okan’ın Gryffindor cüppesiyle gelecek olmasıydı. Kapıda gelenleri karşılarken bir anda ‘Selam Sinem!’ dedi ve içeri girdi. Tam bir Okan hareketidir, emin olabilirsiniz. Neyse ki biraz fazla girişken olmasının dışında pırlanta gibi çocuktur. Ama ben onu o zamanlar bilmiyordum. 


Panikle ‘selam’ diyebildim. Arkamdan Eda zavallı Okan’ı sesimdeki panik yüzünden gözleriyle esir almıştı bile. 


Tüm kutlama boyunca Eda, bir tabure üzerinde elinde gazozla etrafı duygusuz bakışlarla izledi. Okan ise hayatımı kurtardı diyebilirim. Işıklar patladığında tamir etti, ses sistemi sorun çıkardı; o çözdü. Adeta benim için gün kurtarmaya gelmiş bir melekti. O telefonu duymasa hiç haberim bile olmayacak bir melek. 


Kutlamadan bir kaç gün sonra Eda bana geldi. O minicik mutfağımda muhteşem mezelerini döktürürken telefonum çaldı. Okan... Muhtemelen yeni aldığımız projeyle ilgili bir şey soracaktı. Belki tasarımla ilgili bir şeydir diye düşünerek açtım. 


- Sinem bu saatte arıyorum kusura bakma ama ben bugün bir kitabı ofiste unutmuşum. Renkler ve Reklamcılık diye dergi tipinde bir kitap. Ofise geldim baktım ama bulamadım. Görevli Sevinç abla senin öyle bir kitabı aldığını söyledi. Sende mi acaba kitap? 


- O senin miydi? Kusura bakma ya... Ben aldım evet onu. İstersen hemen getirebilirim.


- Yok yok, sen evdeysen hiç gelme. Ben birazdan gelip evinden alabilirim. 


- Ah çok iyi olur o zaman. Bekliyorum. Görüşürüz. 


- Görüşürüz. 


Telefonu kapattığım an Eda’nın yeşil gözleriyle karşı karşıya kaldım ve bir anda korktum. 


- Ay ödümü kopardın be. İnsan haber verir geldiğini! 


- Kim geliyor?


- Okan. Merak etme yemez. Kitabını almışım çocuğun. Alıp gidecek. 


Beş dakika sonra kapı çaldı. Açtım ve kitabını verdim. Tam o sırada Eda geldi ve hiç beklemediğim bir şey söyledi. 


- Meze sever misin? Fazla yaptım istersen sen de gel, ye. 


Eda’yı hayatımda ilk defa ikinci kez gördüğü biriyle iletişim kurarken görmüştüm. Sesi soğuk ama kurduğu cümle bir o kadar da samimiydi. Normal bir insan bunu garip karşılardı ama o kişi Okan olduğunda durum böyle değildi. 


- Çok sevinirim. Teşekkür ederim. 


Ve içeri girdi. Yaklaşık bir saat sonra Eda gülüyordu. 20 yıldır nadiren güldüğünü gördüğüm en yakın arkadaşım iki gündür tanıdığı birine gülüyordu. Gülmeyi ağlamak kadar zayıflık sayan Eda, gülüyordu. Önce sarhoş olduğumu, sonra rüya gördüğümü düşündüm. Şaşkındım. 


İlerleyen günlerde Eda’nın güldüğü anlar arttı. Kahkaha bile attığına şahit oldum. Aynı dönemlerde Okan’ın girişimci ruhu biraz durgunlaştı. İçine kapanma gibi değildi ama belirgin biçimde sakinleşmişti Okan. Önce ne olduğunu anlayamadım. Sonraları Eda yavaş yavaş Okan’ı sormaya başladı. Okan ise artık iyice dalgınlaşmıştı. Ofisteki işlerin teslim tarihlerini karıştırmaya başladığında kenara çekip konuşmaya karar verdim. 


Kenara çektim ve sesimin soğuk olmasına dikkat ederek ‘Okan’ dedim. ‘Çok çok çok özür dilerim Eda hanım. Biliyorum biraz fazla dalgınım. Lütfen affedin’ dedi ve hızla uzaklaştı. Eda’ya o gün hiçbir şeyden bahsetmedim ancak Okan’ın durgunlaşma nedenini anlamıştım. Eda’nın düşüncesini anlayabilmek içinse küçük bir oyun oynamam gerekti.


Doğum günümü kutladığım kafeyi bu sefer yılbaşı için kiraladım ve partiyi maskeli balo şeklinde tasarladım. Tek koşul herkes kendi benliğine zıt şekilde giyinecekti. Eda bunu öğrendiğinde beni yine oldukça şaşırtarak heyecanlandı ve ne giyeceğini düşünmeye başladı. Kararını verdiğinde ise yine şaşırdım. Çünkü balerin olmaya karar vermişti. Yani konsepte tam uyumluydu. Tüm dövmelerini özel kapatıcılarla yok etmişti, saçlarını tepeden topuz yapmış, üzerine pembe bir tütü giymişti. Muhteşem yaptığı makyajı, ayağındaki pointlerle tam anlamıyla bir balerindi. 


Okan ise daha ilginçti. Üzerinde 17. yüzyıl Fransız aristokratlarına özgü bir takım elbise, başında dönemin tablolarında gördüğümüz beyaz peruk ve akordeonu anımsatan yakasıyla tam bir Barok tablosundan fırlamış gibiydi. Çalıştığım şirkette yazılım mühendisi olduğunu bilmesem gerçekten tablodan kaçtığına yemin edebilirdim. 


Doğum günü partisinin aksine pek çok insan gibi yan yana oturup kurabiye yiyip sohbet ettiler. Tombalada kıyasıya mücadele ettiler. Gece olduğunda Okan bizi evimize bırakmak için ısrar etti. O kadar yorulmuştum ki karşı çıkacak gücü bulamadım. 


Sabah mutfaktan gelen hafif müzik sesiyle uyandım. 


- Günaydın Şirine. Umarım yastığının rengini fark etmişsindir. Etmediysen de az sonra fark edeceksin. Bir de lütfen yeni hazırladığım ekmeklerimi maviye boyamadan önce yıkan. Seninle konuşmak istediğim bir şey var. 


Dün gece Şirine olarak katılmıştım partiye ve Eda Şirine esprisi yapıyordu. Hem de kendinden çok farklı şekilde. Orada ayıldım. Gece ne yüzümü temizlemiştim ne de yastığa kılıf geçirmiştim. Odama gittiğimde gördüğüm manzara yastıkla sınırlı değildi. Tüm yatağım beyaz çarşaflarıyla birlikte masmavi olmuştu. Önce güzel bir duş aldım ardından çarşafları değiştirdim ve karnımın ziline boyun eğip mutfağa doğru yol aldım. 


Eda dalgın bir şekilde peynirle oynuyordu. Karşısına oturup ‘Konuş bakalım ne anlatacaksın biricik arkadaşına.’ dedim. 


- Ben galiba aşık oldum.


- Ne? Kime? Nasıl? Ne zaman? Nerede? Niye? 


- Yavaş yavaş. Galiba dedim. Emin değilim. 


- Sen kim olduğunu söyle ben sana emin şekilde söylerim olup olmadığını.


- Okan. 


- Aşık oldun. 


- Nereden biliyorsun?  


- O da sana aşık çünkü. 


- Ne? Nasıl? Ne diyorsun kızım sen? Ben dalga geç diye mi söyledim ama ya? Bel altı vurmaktır bu. 


- Yoo gayet ciddiyim. Nasıl anladığımı da söyleyeyim. 


- Söyle


- Şimdi sen benim 20 yıllık arkadaşımsın. Değil mi? 


- Evet


- Sen benimleyken güldüğünün 5 katı kadar son iki haftada güldün. Net aşıksın. %100! 


- Onun bana aşık olduğunu nereden çıkardın? 


Dalgınlaştı. Varlığıyla şirketi birbirine katıp herkesin içinden acelesiyle geçen Okan durgunlaştı. Teslim sürelerini bile karıştırır oldu.


- Diyorsun. 


- Diyorum ve eminim. Sen de yakında görürsün. Bak buraya yazıyorum. 


Bu konuşmadan iki hafta sonra Okan kendisine verdiğim gazla (ki niyeti olanı güzel gazlarım) Eda’yı yemeğe çıkardı. Bir ay sonra ona onu sevdiğini söyledi. Bir ay bir hafta sonra birbirleri için ne kadar değerli ve farklı olduklarını hissettiler. Bir sonraki hafta ben İstanbul’daki bir şirketten iş teklifi aldım ve İstanbul’a taşındım. Altı ay sonra Eda ağlamaklı bir sesle ‘Sana çok ihtiyacım var.’ diyerek aradı. İşlerimi ayarlayıp Cuma akşamı eve uğramadan direkt yola çıktım. Gece yarısı benim eski, Eda’nın yeni evinin önündeydim. Zili çaldıktan saniyeler sonra Eda’yı boynuma sarılmış, koklayarak öperken buldum. 


- Eda, boğuluyorum. Nefes almam lazım


Ay özür dilerim, diyerek ellerini çözdü. O an parmağındaki ışıltı dikkatimi çekti ama belli etmemeyi tercih ettim. 


- Sana ihtiyacım var deyince atladım geldim. Kötü bir şey olmadı değil mi? 


- Yok yok merak etme olmadı. Benim gelinliğime karar vermek için sana ihtiyacım var. 


- Ne dedin sen? 


- Gelinlik diyorum gelinlik. Slytherin cüppesiyle evlenemem herhalde. 


- Bir daha söyle. 


- GE-LİN-LİK HANİ NİKAHTA, DÜĞÜNDE GİYİLEN BEYAZ ELBİSE. 


- Haydi be! Aaaaaa! Tebrik ederim! Kiminle? 


Kafama yediğim o şaplağa gerçekten ihtiyacım olduğunu yedikten sonra anladım. Okan... Okan benim Pandora’nın kutusu arkadaşımı tam anlamıyla değiştirmişti. Gözlerimin önünde, sevgiyle, şefkatle, sakinlikle benim arkadaşımın dünyasını aydınlatmıştı. O kadar güzel açtırmıştı ki o güneşi üzerine, başta Eda olmak üzere hiç birimiz garipsemedik. 


En yakın arkadaşım bugün dünya evine girdi. ‘Aşık olmayacağım. Evlenmeyeceğim.’ diyen isyankar arkadaşım beyaz ışıklar altında neşe içinde ‘sonsuza kadar evet’ dedi. Şu an İstanbul’a, sabah işimin başında olmak için güzel şehrime gidiyorum. Arabaya binerken Eda elime çiçeğini tutuşturdu ve ‘sıra sende’ dedi. ‘Ben aşık olmayacağım, evlenmeyeceğim.’ dedim, gülüştük. Sürücü koltuğunun yanındaki koltukta bana göz  kırpan buketim ve ben İstanbul’a gidiyoruz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarda argo ve benzeri kelimeler kullanmamaya dikkat ediniz.
Türkçenin imla kurallarına uymaya özen gösteriniz.
+18 içerikli yorumlar yapmayı aklınızdan geçirmeyiniz.
Facebook ve Twitter Türkçesiyle yazılmış; k ve v harfleri yerine q,w,x harfleri kullanılan yorumlar okunmadan silinecektir.