26 Ağu 2020

Çifte Kumrular

Gemisi karaya yöneldiğinde gördüğü ilk şey ışıl ışıl parıldayan şehrin ışıkları oldu. Bu ışıkları ne zaman görse içini çocuksu bir sevinç kaplardı. Ancak karaya ayak bastıktan üç gün sonra gözlerini yine ufuk çizgisine kilitlenmiş halde bulacağını biliyordu. Çocukken de karpuza doyunca gözleri kavun arar üç gün sonra yine karpuz diye ağlardı. Bu aklına gelince tatlı bir tebessümle limana yanaştı.

Tekneden inen ‘sosyetik güzel’ ile ‘yakışıklı oyuncu’nun ardından kendini marinanın pürüzsüz tahta zeminine attı. Az önce indiği marinanın bir benzerine inmesine iki günü vardı. İki gün boyunca bu ışıltılı yerde bir otel odasında kalacaktı. Muhtemelen bölgedeki en lüks oteldi kalacağı yer. İstanbul’dan görev verildiğinde teknenin anahtarını almak için gittiği şirketteki delikanlı, imalı bir imrenme ile vermişti anahtarı.

Önce oteli bulmalıydı. Elindeki adrese göre 5 dakikalık bir sahil yolunda yürümesi gerekiyordu. Tam tahmin ettiği gibi beş dakika sonra otele girişi yapılmış, ‘sosyetik güzel’ ve ‘yakışıklı oyuncu’nun özel tekne kaptanı olarak lüks bir otelin kral dairelerini aratmayan odasına yerleşmişti. Yerleşmek derken 2 gömlek bir şort ne kadar yerleştirilebilirse o kadar yerleşmişti. Yemek yedikten sonra otele yürürken dikkatini çeken pazar yerine şöyle bir bakmaya karar verdi. Günlerdir denizde, iki cıvık sevgiliyle küçücük teknede sıkışıp kalmıştı. Biraz yürümenin iyi geleceğini düşündü. Yerleştirdiği gömleklerden birini sırtına geçirdi. Altına bir şort giydikten sonra telefon, cüzdan ve oda kartını alıp kapıyı çekerek kapattı.

Renkli ampüllerle aydınlatılan pazar yerinde yürümeye başladı. Annesi için pamuklu, üzerinde renkli çiçek desenleri olan zarif bir fular aldı. Parasını pazarcı kadına verirken annesinin ‘Yavrum ne zahmet ettin? Kendine alsaydın bir şeyler. Teşekkür ederim bitanem’ diyen sesini duyar gibi oldu. Tezgahtan ayrılırken annesini özlediğini hissetti ve görüntülü arama başlattı. Saniyeler sonra annesinin ‘Mehmet... Can... ah canım oğlum. Nasıl geçti yolculuğun yavrum?’ diyen tombul yüzü karşısındaydı. Yedi cihan bir araya gelse vazgeçemeyeceği tek insanın annesi olduğunu düşündü. Bir süre konuştuktan sonra telefonunu kapattı ve cebine koydu. Ardından sahilde biraz daha yürümeye karar verdi. Bankların sıralandığı sahilde yürürken bir genç kız omzuna hafifçe çarptı. O kadar hafifti ki bu çarpışma ikisi de nasıl olduğunu anlayamadı. Sadece bir anlığına Mehmet gördüğü yüzü tanır gibi oldu. Kavisli düzgün kaşları, iri ela gözleri ve narin bedeniyle zarif bir silüete sahipti genç kız. Bir acelesi var gibi değil de her zaman vaktinde gittiği bir yere yine vaktinde yetişmeye çalışır gibiydi.

Ertesi günün sabahında resepsiyonun telefon sesine uyandı. Telefondaki kişi tekneyle getirdiği çiftin sağlık problemleri nedeniyle gezinin kalan aşamalarının iptal ettiğini ancak otel ücretleri dahil olmak üzere tüm gezi ücretlerinin ödendiğini söylüyordu. Yani istediği zaman tekneyle evine dönebilirdi. Uyandırılmış olmanın verdiği moral bozukluğuyla duşa girdi. Ancak duştan çıkmak üzereyken tekneden getirmediği bazı eşyaları olduğunu hatırladı. Mecburen otelin çelenkli logosunun bulunduğu kalın beyaz banyo havlusunu beline sardı. Fit vücuduna sarılı olan havlu aynadan oldukça garip geldi gözüne. Hızlıca kurulandıktan sonra eşyalarını tekneden almak üzere odasından çıktı.

Dönerken dün akşam çarptığı kız geldi aklına. Sanki... sanki tanıyor gibiydi ama bir o kadar da daha önce görmediğine emindi. Ne kadar güzeldi gözleri... O bunları düşünürken sağ omzuna birisi çarptı. Minik sarsıntının etkisi henüz geçmemişken ipek gibi bir ses ‘Çok... çok pardon.’ dedi. Dün çarptığı kız... ‘Kusur... kusura bakmayın. İki gündür size çarpıyorum. Çok afedersiniz’

Mehmet kızın yüzündeki hücreleri ezberler gibi ela gözlerinde takılıp kalmıştı. Nereden tanıdığını kızın gözlerindeki renk değişimlerinden anlayabilecekti sanki. Duruyor ve yalnızca bakıyordu. Genç kız hipnoz olmuş gibi gözlerinin içine bakan bu genç adamın bir anda kendisini anlamıyor olabileceğini düşünerek sırayla İngilizce, Fransızca ve İspanyolca söylediklerini tekrarladı. Turist miydi acaba? Belki yolunu kaybetmişti. Akasya hayatında ilk defa ona böyle derin bakan birisinin karşısında kendisini çaresiz hissetti. Bu çaresizlik kendisini tanıtma, isterse ona yardım edebileceğini açıklama ihtiyacı hissettirdi.

- Merhaba. Ben Akasya. Kaybolduysanız size yardımcı olabilirim.

Mehmet tam bu noktada kızdan gözlerini ayırabildi. Akasya... Demek adı buydu. Ne kadar güzel tınlıyordu kulakta.

- Mehmet ben. Dalmışım kusura bakmayın. Kaybolmadım.

- Ah Türkmüşsünüz. Kaybolmadığınıza sevindim, iyi günler Mehmet bey.

Mehmet yine aynı yerde, aynı kızın arkasından bakakalmıştı. Mesleğini duyduktan sonra o edepsiz şakaları yapanlar, Mehmet’in şu halini görseler ne düşünürlerdi acaba?

Otele döndüğünde lobide zafer bayramı kutlamaları kapsamında bir maskeli balo yapılacağını ve herkesin bu baloya davetli olduğu yazılı afişi gördü. Daha önce hiç maskeli baloya katılmamıştı. Nasıl bir şey olduğu merakıyla katılmaya karar verdi. İhtiyacı olan tek şey bir maskeydi. Tam bu sırada afişteki minik yazı dikkatini çekti. ‘Arzu eden misafirlerimiz kostümlerinin üzerine otelimizin vereceği maskelerle katılabilirler.’ Evet, o baloya gidecekti.

Akşam olduğunda otelin bahçesindeki sesler Mehmet’in odasına kadar geliyordu. Kaptan üniformasını giyip baloya indi. Resepsiyonda verilen renkli karton maskelerden beyaz ışıltılı bir tane aldı ve insanların arasına karıştı. Biraz dans edenleri izledikten sonra havuz kenarına yürüdü. Klor ve çeşitli kimyasallarla dengelenen suyun kokusu deniz kokusu yanında oldukça yapay geldi Mehmet’e. Denizin çok daha güzel bir kokusu olduğunu düşündü. O koku önce Kuleli’ye ardından Deniz Harp Okulu’na girmesine neden olmuştu.

Mehmet bunu düşünürken yanındaki şezlonga askeri pilot üniformalı bir kadın oturdu. Siyah sımsıkı toplanmış saçları gecenin loşluğunda bile fark edilebiliyordu. Rüzgarın getirdiği kokusu ise yine tanıdıktı. Dikkatle baktığında dün gece çarptığı ve bugün adını öğrendiği Akasya olduğunu fark etti. Fark edilmemiş olmanın rahatlığıyla uzun uzun genç kızın yüzünü inceledi. İki gündür hissettiği tanışıklık duygusuydu onu bu kadar cesaretli kılan. Bir anda onunla gerçekten tanışmak, sohbet etmek, bilmediği bu hayatın içinde var olmak istediğini fark etti. Bu nedenle sakince kızın yanına gidip ‘Merhaba Akasya hanım. Ben Mehmet. Kusura bakmayın dün ve bugün size oldukça kaba davrandım. Hatamı telafi etmek için size meyve suyu getirdim.’ dedi. Daha dün gece tesadüfen tanıştığı bu adamın düşüncelerini bu kadar nahifçe anlatışı Akasya’nın kalbinde Mehmet için bir yer açmasına neden oldu. Böylelikle arkadaşlarının ‘çifte kumrular’ diye takıldığı o derin aşk resmen başladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarda argo ve benzeri kelimeler kullanmamaya dikkat ediniz.
Türkçenin imla kurallarına uymaya özen gösteriniz.
+18 içerikli yorumlar yapmayı aklınızdan geçirmeyiniz.
Facebook ve Twitter Türkçesiyle yazılmış; k ve v harfleri yerine q,w,x harfleri kullanılan yorumlar okunmadan silinecektir.