İyi bir üniversite kazanma hayali pek çok genç gibi onun da beynini işgal etmişti. Bir sayısalcı olarak matematiğinin iyi olması yetmezdi. Gelecekte insanlar üzerinde iyi bir intiba bırakmak için her şey hakkında bilgi ve birikimi olmalıydı. Genel kültür, tarih, coğrafya, edebiyat... Üniversite sınavını kazanmak için hepsi kafasının içindeki iki kiloluk organa kalıcı olarak işlemeliydi.
Zihninde bu düşünceler umarsızca dolaşırken kendisini evinin önünde buldu. Demek okuldan buraya kadar tüm o düşüncelerle yürümüştü. Anahtarıyla kapıyı açtı. Evin ıssız sessizliğiyle birlikte gözleri karşıdaki aynaya takıldı. Akranlarına göre uzun boyu, geniş omuzları ve ‘arkadaş’larının ‘espri’lerini daima kaldıran bedenini görmek sıkılmış canını daha da sıktı. ‘Göbeğim için 6 kilometrecik yürümüş olmak nedir ki?’ diye düşündü.
Sırt çantasını yere bıraktı, ellerini yıkadı ve artık sesini duyurmaya başlayan midesi için mutfağa yöneldi. Annesinin bıraktığı ‘Yemekler dolapta. Kardeşinin de yemek yediğinden emin ol. Sizi seviyorum. <3 ’ yazılı notu okudu. Doğru... kardeşten çok baş belası diyebileceği bir erkek kardeşi vardı ve muhtemelen eve gelmek üzereydi. ‘’Allah’ım lütfen yemeğim bitince gelsin’’ dediği sırada evin kapısı ‘Höyküü’ diyen ergenin sesiyle açıldı. Şahane gününe muhteşem kardeşinin sesinin eklenmesiyle festival tadında bir gün geçirdiğine kanaat getirdi. Derin bir nefes alarak ‘Adım Öykü ama senin için abla sevgili boru. Ellerini yıka ve derhal yemeğe gel. Yarın Tarih sınavım var. Ona çalışmam gerek. Gelmediğin takdirde kendi yemeğini kendin alırsın, haberin olsun’ dedi.
Hızla gelişen vücuduna ayak uyduramayan çocuksu yüzüyle bir anda kardeşini yanında dikilir buldu. Sırıtarak ‘Höykü sana göstermem gereken bir şey var.’ diyen Övgü sabahki haline göre daha büyümüş geldi gözüne. ‘Bu çocuğun bir günde büyümesi normal mi acaba?’ diye düşünürken görüş açısına giren yavru köpeği fark etti. Düşük kulakları, içeri sokmayı unuttuğu minik pembe diliyle pis ama sevimli bir yavruydu.
- Ne güzel. Şimdi hayvanı ait olduğu yere, kapının dışına bırak, ellerini yıka ve yemeğe gel.
- Olmaz. Benim artık o. Ben bakacağım ona.
- Saçmalama Övgü. Bırak hayvanı ve gel.
- Olmaz. Annem izin verdi. Sana ne?
Öykü annesinin evde bir köpek bakmalarına izin vermeyeceğinden adı kadar emin bir şekilde kardeşiyle tartışmaktan vazgeçti. ‘Nasıl olsa annem bu kadar kirli bir hayvanı asla eve almayı kabul etmez’ diye düşündü. Biraz daha iyi hissettirdi bu düşünce. İki kardeş görece sakin ve sessiz bir şekilde yemeklerini yiyip odalarına çekildiler. Övgü, Öykü’nün tüm ikazlarına rağmen köpeği de odasına götürdü.
Öykü odasına girdiğinde her zamanki düzenli yatağını ve çalışma masasını buldu. Kendinde en çok beğendiği özelliğiydi bu. Kalıp gibi düzenli olmak ona hep huzur verirdi.
Masasına oturup tarih çalışmaya başladı. Orta Çağ Avrupa tarihi, Derebeylik sistemi, Haçlı Seferleri, Yüzyıl Savaşları, Çifte Gül Savaşı derken Fransız İhtilaline geldiğinde beyni imdat diye bağırmak üzereydi. Bu nedenle ara verip biraz (ama sadece biraz) televizyon izlemeye karar verdi. Belki bir bilgi yarışması bulurdu. Salona gittiğinde Övgü elinde telefon, kucağında minik köpek ile yatıyordu. Övgü’nün büyük cüssesinin yanında kıvrılıp uyuklayan köpek daha da küçük gibi görünüyordu. Onları o halde görünce Öykü zavallı köpeğe acıdı ve onlarla yaşamasının iyi olabileceğini düşündü.
- Övgü... Sen gerçekten bu köpeğe bakabileceğini düşünüyor musun?
Ablasının köpeğe biraz daha ılımlı baktığını fark eden Övgü, vereceği yanıtın hayvanın kaderini değiştireceğine emin, ‘Evet abla. Şunun tipine bir baksana! Sokakta bulmuşum gibi değil de sanki benim için doğmuş gibi. Düşünsene sen ders çalışırken ayağının dibinde yatan yumuşacık bir şey. Cinsiyetini bilmiyoruz ama renk renk kıyafetler de alabiliriz’ Öykü’nün zayıf noktasıydı kıyafetler. Kime olursa olsun giyim kuşama bayılırdı. Övgü bunu bildiği için hiç sevmese de ablasını ikna etmek için bu kozu bile kullanmıştı. Yeter ki köpek onunla kalsın, her şeyi yapabilirdi. Şayet köpek dişiyse ablasının hayvana neler giydirebileceğini düşünmek istemiyordu ama olsun, bir köpeğinin olması için aile meclisinden iki evet oyu yeterdi. Babasının evet diyeceğinden emin gibiydi. Ablası da evet derse annesinin hayır demesinin bir önemi kalmazdı. En ince ayrıntısına kadar düşünmüştü bunu. Defalarca planlar tasarlamış, gözden geçirmiş, revize etmiş ve sonunda başarmaya iki evet oyu kalmıştı. Üstelik de aradığı köpek hiç bir şekilde çabalamadan kendi ayağıyla önüne gelmişti.
Akşam olduğunda iki kardeş köpek konusunda bir uzlaşmaya varmışlardı. Köpek, Övgü’nün odasında tüm sorumluluk Övgü’ye ait şekilde yaşayacaktı. İkisinin de Öykü’nün odasına girmesi kesinlikle yasaktı. Bunun karşılığında Öykü köpeğin evde kalmasına onay verecek ve cinsiyetinden bağımsız olarak istediği gibi köpeği süsleyebilecekti.
Bu anlaşma Övgü Fransa’da üniversite kazanmasına kadar sorunsuz olarak yürütüldü. Ancak Fransa’daki yurdun evcil hayvan kabul etmeyişi ve Övgü’nün ‘Köpeğim yoksa ben de yokum’ demesi Öykü’nün anlaşmayı bozmasına neden oldu. Böylece köpek Öykü’nün sorumluluğuna geçerken Övgü Fransa’daki hukuk eğitimine başladı.
26 Ağu 2020
14 Tem 2020
Çiçek (Alexandre Sergeyeviç Puşkin)
Kurumuş, kokusuz bir çiçek gördüm,
Unutulmuş bir kitabın sayfaları arasında;
Ve bu çiçek tuhaf hayallerle,
Doldurdu ruhumu ansızın:
Unutulmuş bir kitabın sayfaları arasında;
Ve bu çiçek tuhaf hayallerle,
Doldurdu ruhumu ansızın:
Nerede açtın, ne zaman, hangi baharda?
Çok mu yaşadın, kim seni koparan?
Tanıdık mı, yabancı bir el mi?
Ve neden seni böyle bırakıp gittiler?
Çok mu yaşadın, kim seni koparan?
Tanıdık mı, yabancı bir el mi?
Ve neden seni böyle bırakıp gittiler?
Sevecen bir buluşmanın mı,
Yoksa ölümcül ayrılıkların anısına mı,
Ya da ıssız kırlarda, orman gölgelerinde yapılmış,
Bir yalnız yürüyüşün ardından mı buradasın?
Yoksa ölümcül ayrılıkların anısına mı,
Ya da ıssız kırlarda, orman gölgelerinde yapılmış,
Bir yalnız yürüyüşün ardından mı buradasın?
Yaşar mı şimdi çiçeği solduranlar?
Acaba şimdi neredeler?
Yoksa onlar da, şu gizemli çiçek gibi,
Çoktan cansızlaşıp gittiler mi?
Acaba şimdi neredeler?
Yoksa onlar da, şu gizemli çiçek gibi,
Çoktan cansızlaşıp gittiler mi?
29 Şub 2020
Mürekkep
İstanbul’un tarihî yarımadasında bulunan eski bir semt burası. Kimileri için yalnızca bir semt, kimileri içinse -benim gibi- başını sokabileceği bir ev; Vefa’dayız. Birazdan güneş batacak, insanlar yorgun bir halde işlerinden okullarından çıkıp evlerine gitmek için metroya ya da otobüse yetişmeye çalışacak. Belki biri beni görüp başımı okşar, bir kap su verir diye yıllardır burada; Şehzade Cami’nin avlusunda yaşıyorum. Biliyorum, ev diyince kapılı pencereli bir yer hayal etmişiniz ama kader. Ben de isterdim Nişantaşı’nda kaloriferli bir evin koltuğuna çıkıp sokaktan telaşla geçen insanları kibirle izleyen parfümlü bir kedi olmayı ama maalesef ki çöp kokulu bir sokak kedisiyim.
Adım Mürekkep. Az ilerideki üniversitenin öğrencileri bir mürekkep kolisinin içine sığınmış halde, henüz kuyruğunu bile dik tutamayan bir yavruyken verdiler bana bu adı. Annem hakkında hiç bir fikrim yok. Zaten yavruluğuma dair hatırladığım en eski şey denizden esen o lodoslu günde kolinin içinde bulunmam. Bir öğrenci buldu beni. Sevgilisiyle buluşmak için hızlı hızlı yürüdüğü sırada yakalarını kaldırdığı kaşe montunun cebindeki parçalanmış peçeteyi çöpe atmak istemese belki de şu an yaşıyor olamayacaktım. Hayatımı bir peçete kurtardı inanabiliyor musunuz? Pantolonunun hışırtısını annemin sesi sanmış, karnımın aç olduğunu anlatabilmek için bağırmaya başlamıştım. Annem beni duymadı ama o duydu.
Veterinerlik Fakültesine götürdüler hemen beni. Bir süre orada tedavi gördüm. Sonra sahiplendirmek istediler ama kimse istemedi beni. Niye istemediklerini bilmiyorum. Belki tüylerimin rengini sevmediler, belki bakamayacaklarını düşündüler. Bilemiyorum. Eskiden çok düşünürdüm niye beni kimse sahiplenmedi diye. Sonra bir kadının ağlayarak çocuğunu cami avlusuna bıraktığını gördüm. 'Pati kadar bebeğe bakamayan insanlar bana mı bakacaklar?' diyip birilerinin bana evini açmasını umut etmekten vazgeçtim.
Neyse, nerede kalmıştım? Hah!.. Kaçışımı anlatacaktım. Fakültedeyken dışarıyı çok merak ettim. Güneşi, yıldızları, ağaçları merak ettim. O kadar merak ettim ki dayanamayıp kaçtım oradan. Yavruydum hala tabi. Beni bir yerlerde bulup orada beslemeye devam ederler, yatacağım yerlere battaniye koyarlar sandım. Öyle olmadı. Soğuk havada üşüdüm, aç kaldım. Bazı küçük insanlar bana ellerindeki dondurmalardan vermek istediler. Tam yiyecektim ki onların 'Anne\Baba' dedikleri dev insanlara yakalandık. Küçüklerin patilerinden tutup 'Hayır! O pis! Dondurmanı yediremezsin' diyerek çekiştirdiler. Çok alındım. Ben her saat kendimi temizliyorum bi kere, tamam mı? Ayrıca kedinin yüzüne yüzüne 'Sen pissin' denir mi? Ayıp canım! Bizim de bir onurumuz gururumuz var.
Şimdi biraz büyüdüm ya, her şey daha kolay olmaya başladı. Artık ağaçlara çıkabiliyorum. Böylece köpeklerden de kaçabiliyorum. Bazen öğrenciler kurumuş poğaçalarından, bazen Kasap Salih atılacak kurbanlık ciğerlerinden veriyor; karnımı doyuruyorum. Bazen de küçük insanlara sokulup iki mırlıyorum, gizlice dondurmalarından veriyorlar bana. Geceleri de caminin imamı sağolsun kapının önündeki paspasta yatmama izin veriyor. Ama gündüz gelen beyaz bıyıklı insanlardan bazıları kızıyor bana. Çeşmeden çıkan sudan fışkırtıyorlar elleriyle. Yazın iyi oluyor, serinliyorum da kışın çok üşüyorum.
Eyvah geliyor bizim Şerafettin! Benim saklanmam gerek. Beni bulursa mamalarımı sakladığım yeri öğrenir. Ben kaçıyorum.
Adım Mürekkep. Az ilerideki üniversitenin öğrencileri bir mürekkep kolisinin içine sığınmış halde, henüz kuyruğunu bile dik tutamayan bir yavruyken verdiler bana bu adı. Annem hakkında hiç bir fikrim yok. Zaten yavruluğuma dair hatırladığım en eski şey denizden esen o lodoslu günde kolinin içinde bulunmam. Bir öğrenci buldu beni. Sevgilisiyle buluşmak için hızlı hızlı yürüdüğü sırada yakalarını kaldırdığı kaşe montunun cebindeki parçalanmış peçeteyi çöpe atmak istemese belki de şu an yaşıyor olamayacaktım. Hayatımı bir peçete kurtardı inanabiliyor musunuz? Pantolonunun hışırtısını annemin sesi sanmış, karnımın aç olduğunu anlatabilmek için bağırmaya başlamıştım. Annem beni duymadı ama o duydu.
Veterinerlik Fakültesine götürdüler hemen beni. Bir süre orada tedavi gördüm. Sonra sahiplendirmek istediler ama kimse istemedi beni. Niye istemediklerini bilmiyorum. Belki tüylerimin rengini sevmediler, belki bakamayacaklarını düşündüler. Bilemiyorum. Eskiden çok düşünürdüm niye beni kimse sahiplenmedi diye. Sonra bir kadının ağlayarak çocuğunu cami avlusuna bıraktığını gördüm. 'Pati kadar bebeğe bakamayan insanlar bana mı bakacaklar?' diyip birilerinin bana evini açmasını umut etmekten vazgeçtim.
Neyse, nerede kalmıştım? Hah!.. Kaçışımı anlatacaktım. Fakültedeyken dışarıyı çok merak ettim. Güneşi, yıldızları, ağaçları merak ettim. O kadar merak ettim ki dayanamayıp kaçtım oradan. Yavruydum hala tabi. Beni bir yerlerde bulup orada beslemeye devam ederler, yatacağım yerlere battaniye koyarlar sandım. Öyle olmadı. Soğuk havada üşüdüm, aç kaldım. Bazı küçük insanlar bana ellerindeki dondurmalardan vermek istediler. Tam yiyecektim ki onların 'Anne\Baba' dedikleri dev insanlara yakalandık. Küçüklerin patilerinden tutup 'Hayır! O pis! Dondurmanı yediremezsin' diyerek çekiştirdiler. Çok alındım. Ben her saat kendimi temizliyorum bi kere, tamam mı? Ayrıca kedinin yüzüne yüzüne 'Sen pissin' denir mi? Ayıp canım! Bizim de bir onurumuz gururumuz var.
Şimdi biraz büyüdüm ya, her şey daha kolay olmaya başladı. Artık ağaçlara çıkabiliyorum. Böylece köpeklerden de kaçabiliyorum. Bazen öğrenciler kurumuş poğaçalarından, bazen Kasap Salih atılacak kurbanlık ciğerlerinden veriyor; karnımı doyuruyorum. Bazen de küçük insanlara sokulup iki mırlıyorum, gizlice dondurmalarından veriyorlar bana. Geceleri de caminin imamı sağolsun kapının önündeki paspasta yatmama izin veriyor. Ama gündüz gelen beyaz bıyıklı insanlardan bazıları kızıyor bana. Çeşmeden çıkan sudan fışkırtıyorlar elleriyle. Yazın iyi oluyor, serinliyorum da kışın çok üşüyorum.
Eyvah geliyor bizim Şerafettin! Benim saklanmam gerek. Beni bulursa mamalarımı sakladığım yeri öğrenir. Ben kaçıyorum.
3 Eki 2019
Anlarsın (Cahit KÜLEBİ)
Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın
27 Tem 2019
Darmadağın (Ahmet Bahadır ÜGE)
Yahu kadın!
Ben seni darmadağın seviyorum.
Nedir bu derlitoplu olacağım derdi?
Saçın dağınıkmış
Üstün başın berbatmış
Yüzün gözlerin yorgunmuş
Bunlardan bana ne?
Ben seni darmadağın seviyorum.
Nedir bu derlitoplu olacağım derdi?
Saçın dağınıkmış
Üstün başın berbatmış
Yüzün gözlerin yorgunmuş
Bunlardan bana ne?
Geceler boyu yüzüme gözüme bulaşan başkası sanki!
Ben seni benim dağınıklığıma karışasın diye sevdim.
Hangi ağacın bir diğerine karışmış kökleri düzgün ki?
Hangi dağ bir öbürünün hizasında?
Hangi göl kıvrım kırım değil?
Hangi bulut öyle, onlar kadar dağınık?
Hangi ağacın bir diğerine karışmış kökleri düzgün ki?
Hangi dağ bir öbürünün hizasında?
Hangi göl kıvrım kırım değil?
Hangi bulut öyle, onlar kadar dağınık?
Onlar kadar güzelsin diyorum.
Uzayan gölgem ol,
Karanlığınla bile dokun, yeter diyorum
Dinletemiyorum.
Uzayan gölgem ol,
Karanlığınla bile dokun, yeter diyorum
Dinletemiyorum.
27 Ağu 2018
Gitsinler Mi? (Servet GÜNAY)
Önce Ermeniler gitsin,
İstanbul'u İstanbul yapan değerleriyle;
Dolmabahçe Sarayı'nı,
Çırağan'ı,
Kuleli'yi,
Selimiye Kışlası'nı,
Malta Köşkü'nü,
Beyazıt Kulesi'ni,
Dünyanın hayranlıkla bakakaldığı mimarilerini de alıp gitsinler.
Giderken Ermeniler,
Güllü Agop'u,
Ara Güler'i,
Mıgırdıç Magrosyan'ı,
Onno Tunç'u,
Garo Mafyan'ı,
Adile Naşit'i,
Cem Karaca'yı da unutmasınlar.
İpek puşularını,
Potinlerini,
Nacarlarını,
Vodistlerini,
Çilingirlerini,
Çömleklerini,
Bakırlarını da alsınlar yanlarına Ermeniler.
Topiği,
Kuzu kapamayı,
Çılbırı,
Ciğer bohçasını da alsınlar...
Kürtler de gitsin
Kilimlerini, keçelerini,
İlmek ilmek dokudukları halılarını denk edip gitsinler.
Yaşar Kemal'i,
Ahmet Kaya'yı,
Yılmaz Güney'i,
Ahmed Arif'i,
Aynur Doğan'ı sakın unutmasınlar.
Cigerxun'u,
Ahmede Xani'yi,
Mem u Zin'i,
Balıklı Gölü,
Aynzeliha'yı,
Surları, burçları
Deliloyu,
Halayı,
Çaçanayı,
Şemameyi de yanlarına alsınlar.
Zazalar da gitsin
"Homa zanu kafır kamu" diyerek.
Süryaniler de terk etsinler bu toprakları
Telkariyi,
Basmayı,
Nahit ustalarını,
Dokumalarını,
Dayr-ul Zaferan'ı da alsınlar yanlarına.
Ha, Coşkun Sabah'ı da unutmasınlar!
Rumlar da gitsin
Giderken cumbalı ahşap evlerini,
Arnavut kaldırımlarını,
Ve Selanik türkülerini,
O güzelim Rum meyhanelerini,
Rakılarını, mezelerini de alıp gitsinler Rumlar.
Bulgarlar da gitsin
Şarkılarını, türkülerini
"Ayletme Beni"yi,
"Arda Boyları"nı,
Akıtmalarını,
Börek, çörek, bozalarını,
Komik aksanlarını,
Naim Süleymanoğlu'nu,
Sabahattin Ali'yi unutmasınlar.
Çerkesler de terk etmeli bu toprakları
Ama terk ederken
Türkan Şoray'ı,
Nazım Hikmet'i,
İsterlerse Çerkes Ethem'i de götürsünler.
Lazlar;
Fıkralarını,
Takalarını,
Horonu,
Hamsiyi,
Muhlamayı,
Hatta Kazım Koyuncu'yu da götürsünler.
Romanlar toplasınlar sazlarını, darbukalarını, çadırlarını
Alıp gitsinler Neşet Ertaş'ı, Adnan Şenses'i
Engin hoşgörülerini,
Hamam sefalarını...
O mozaiğin bütün renkleri gitsin
Kalsın siyah-beyaz.
O aşure kazanının bütün çeşitleri yok olsun
Kaynasın o bulamaç.
Kalın bir başınıza
Bir dağ kadar sessiz
Bir çöl kadar ıssız
Bir bulut kadar ağlamaklı
Bozkırın ortasında tek başına açan bir çiçek,
Yapayalnız bir ağaç gibi...
Irkınız,
Diliniz,
Dininizle bir tek siz kalın.
Sonra birbirinizin yüzüne bakarak uzunn uzunnn...
"O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler."
"O Kürdü, o Ermeni'yi dövmeyecektik" diyerek
İstanbul'u İstanbul yapan değerleriyle;
Dolmabahçe Sarayı'nı,
Çırağan'ı,
Kuleli'yi,
Selimiye Kışlası'nı,
Malta Köşkü'nü,
Beyazıt Kulesi'ni,
Dünyanın hayranlıkla bakakaldığı mimarilerini de alıp gitsinler.
Giderken Ermeniler,
Güllü Agop'u,
Ara Güler'i,
Mıgırdıç Magrosyan'ı,
Onno Tunç'u,
Garo Mafyan'ı,
Adile Naşit'i,
Cem Karaca'yı da unutmasınlar.
İpek puşularını,
Potinlerini,
Nacarlarını,
Vodistlerini,
Çilingirlerini,
Çömleklerini,
Bakırlarını da alsınlar yanlarına Ermeniler.
Topiği,
Kuzu kapamayı,
Çılbırı,
Ciğer bohçasını da alsınlar...
Kürtler de gitsin
Kilimlerini, keçelerini,
İlmek ilmek dokudukları halılarını denk edip gitsinler.
Yaşar Kemal'i,
Ahmet Kaya'yı,
Yılmaz Güney'i,
Ahmed Arif'i,
Aynur Doğan'ı sakın unutmasınlar.
Cigerxun'u,
Ahmede Xani'yi,
Mem u Zin'i,
Balıklı Gölü,
Aynzeliha'yı,
Surları, burçları
Deliloyu,
Halayı,
Çaçanayı,
Şemameyi de yanlarına alsınlar.
Zazalar da gitsin
"Homa zanu kafır kamu" diyerek.
Süryaniler de terk etsinler bu toprakları
Telkariyi,
Basmayı,
Nahit ustalarını,
Dokumalarını,
Dayr-ul Zaferan'ı da alsınlar yanlarına.
Ha, Coşkun Sabah'ı da unutmasınlar!
Rumlar da gitsin
Giderken cumbalı ahşap evlerini,
Arnavut kaldırımlarını,
Ve Selanik türkülerini,
O güzelim Rum meyhanelerini,
Rakılarını, mezelerini de alıp gitsinler Rumlar.
Bulgarlar da gitsin
Şarkılarını, türkülerini
"Ayletme Beni"yi,
"Arda Boyları"nı,
Akıtmalarını,
Börek, çörek, bozalarını,
Komik aksanlarını,
Naim Süleymanoğlu'nu,
Sabahattin Ali'yi unutmasınlar.
Çerkesler de terk etmeli bu toprakları
Ama terk ederken
Türkan Şoray'ı,
Nazım Hikmet'i,
İsterlerse Çerkes Ethem'i de götürsünler.
Lazlar;
Fıkralarını,
Takalarını,
Horonu,
Hamsiyi,
Muhlamayı,
Hatta Kazım Koyuncu'yu da götürsünler.
Romanlar toplasınlar sazlarını, darbukalarını, çadırlarını
Alıp gitsinler Neşet Ertaş'ı, Adnan Şenses'i
Engin hoşgörülerini,
Hamam sefalarını...
O mozaiğin bütün renkleri gitsin
Kalsın siyah-beyaz.
O aşure kazanının bütün çeşitleri yok olsun
Kaynasın o bulamaç.
Kalın bir başınıza
Bir dağ kadar sessiz
Bir çöl kadar ıssız
Bir bulut kadar ağlamaklı
Bozkırın ortasında tek başına açan bir çiçek,
Yapayalnız bir ağaç gibi...
Irkınız,
Diliniz,
Dininizle bir tek siz kalın.
Sonra birbirinizin yüzüne bakarak uzunn uzunnn...
"O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler."
"O Kürdü, o Ermeni'yi dövmeyecektik" diyerek
24 Şub 2018
Uzaklardan (Ezel Roza MANAZ)
Senden sonra 23 şehir gezdim.
3 kilo aldım.
Saçlarımı 6 kez boyadım.
Dünya bilmem kaç 365 günde bilmem kaç dönümünü tamamladı.
Darbe oldu.
İhtilal oldu.
Barış gelmedi.
Savaş bitmedi.
Seni özledim.
İltica edecek tek yer bulamadım.
Gittiğim her yerde senden bir nefes bıraktım.
Belki yürürsün aynı sokakta.
Ayak izime denk düşer ayak izin.
Belki saçına değer nefes.
Belki sen de bir gün özlersin diye, seni uzakta bıraktım.
Seni uğurladım.
Sana kavuştum.
Seni terk ettim.
Bilmem kaç kilometre yol gittim.
Evren kaydı.
Sen göğüs kafesimden milim kaymadın.
3 kilo aldım.
Saçlarımı 6 kez boyadım.
Dünya bilmem kaç 365 günde bilmem kaç dönümünü tamamladı.
Darbe oldu.
İhtilal oldu.
Barış gelmedi.
Savaş bitmedi.
Seni özledim.
İltica edecek tek yer bulamadım.
Gittiğim her yerde senden bir nefes bıraktım.
Belki yürürsün aynı sokakta.
Ayak izime denk düşer ayak izin.
Belki saçına değer nefes.
Belki sen de bir gün özlersin diye, seni uzakta bıraktım.
Seni uğurladım.
Sana kavuştum.
Seni terk ettim.
Bilmem kaç kilometre yol gittim.
Evren kaydı.
Sen göğüs kafesimden milim kaymadın.
23 Eki 2017
Sen Olmasan... (Tevfik Fikret)
Sen olmasan...
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..
Sen olmasan...
Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?
Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?
Sen olmasan...
Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten? ...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat! ..
Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten? ...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat! ..
26 May 2017
Açık Mektup (Ezgi Ayvalı)
Bu ne biliyor musun?
Hayatına neredeyse eksiksiz devam eden bir kadının yüzleşmesi bu.
Bir anda bir adamın gelip tüm boşlukları doldurması
ve sonra çekip gitmesi.
Kadının daha önce farkına bile varmadığı boşluklarla kalakalması.
Eksik bir şey bu.
Öyle kuru kuru aşk değil.
Ölüyorum bitiyorum edebiyatı yaptıran gelip geçici duygulardan hiç değil.
Gerçek bu.
Gel benim ol demiyorum sana. Senin olayım demiyorum. Gel, birlikte olalım.
İlk kez buluşuyor gibi buluşup, son kez sevişiyor gibi sevişelim.
Gel. Bir elmanın iki yarısı olmayalım seninle. Yan yana duralım.
Hesap sormayalım, korkmayalım.
Gel kırmayalım birbirimizi. Kördüğüm gibi bağlanmayalım.
Bu ne biliyor musun?
Rüyasında sevdiği adamla mutlu olduğunu gören bir kadının,
daha uyanmadan bunun bir rüya olduğunu anlaması.
Uyanıp, yorganın altında sessizce ağlaması bu.
Öyle, onu kendime nasıl aşık ederim sohbetlerinde geçen aşk değil.
Taktiklerle ve oyunlarla gidilecek bir yol hiç değil.
Gel, oyun oynamayalım birbirimize.
Sadece biz olalım.
Bazen sıkı sıkı tutunman gerekmez,orada olduğunu bilirsin ve sadece dokunarak, hissederek bile dengede kalabilirsin.
Bir vardın bir yok oldun, dengemi düzenimi bozdun, gel.
Yine dengemi bulurum elbet, bu sana ihtiyacım var demek değil.
Ama şimdi, bugün, burada, seni seviyorum.
Buna mecbur olduğum için değil, beni sevmediğini söylediğin için değil,
gidecek başka bir yer, sevecek başka biri olmadığı için değil, sen olduğun için seviyorum.
Doğru olduğun için. İnsan olduğun için.
Kendin olmaya çalıştığın, sorguladığın, aradığın için.
Beni bir zamanlar sevdiğin için.
Gel hadi, yine sev.
Bu ne biliyor musun?
Bu hayatı boyunca zamanın boşa geçmesiyle savaşmış bir kadının,
aylardır tek bir günü özlemesi.
Her gün, o günün tekrar yaşanacağına inanması, beklemesi.
Bak ne hızlı geçiyor zaman. Bak neler yaşayamadık onca ayrı geçen zamanda.
Bir günü daha yalnız geçirmeyelim. Bir günü daha ayrı geçirmeyelim. Gel.
Hayatının merkezine beni koyma sakın, yalnızca burada olduğumu bil.
Burada olduğumu ve her an gidebileceğimi.
Onca zaman sonra yalnız seni sevdiğimi bil.
Sevdiğimi ve bunu her an kaybedebileceğimi.
Duygular değişir, insanlar değişir, durumlar değişir ve hatta hayaller bile değişir.
Aramızdaki ilişki de değişir elbet zamanla.
Ama bugün, eğer hala istiyorsan benimle olmayı,
İçinden küçücük bir şey gelip geçiyorsa bazen, gel.
Ben de böylesine istiyorken seni, gel.
Bir gün başkasını seversen, bir gün başkasını seversem,
bir gün başkalarını seversek eğer, birbirimize darılmayalım.
İnsanız çünkü. Bayılırız buna. Gel biz hayvanları örnek alalım.
Ölene kadar seni seveceğime yemin etmiyorum. Sen de etme.
Kimse de etmesin boş yere.
Gel biz içimizden geldiği gibi davranalım. Yarın kimsenin umurunda değil.
Ağaçların, mevsimlerin, kuşların bile umurunda değil. Gel biz de umursamayalım.
Bu ne biliyor musun?
Aşkın ne olduğunu unutmuş bir kadının haline şaşkınlığı.
Aşkın ne olduğunu unutmuş bir adamın bu hale kızgınlığı.
Kendimi terbiye edeceğim diyorsun ya, gel. Kendini sevgiyle terbiye et.
Bırak o sıkı sıkı ördüğün duvarların yıkılsınlar.
Bırak seni sevgimle sarayım. Çoğaltayım.
İstemiyorum, istemiyorum, istemiyorum diyorsun ya, bırak kırayım inadını.
İzin ver seveyim.
Belki sen de yine seversin beni.
Diğerleri ne derse desinler,
eskilerin dediği gibi “sevdik” deyip geçeriz belki.
Sen hele bir gel.
Bu ne biliyor musun?
Bu çok seven, çok masum seven,
doğrudan seven bir kadının sevgisinden vazgeçme korkusu.
Biliyorum birkaç zaman sonra yitip gidecek bu duygu.
Yerine bambaşka duygular gelecek.
Oysa bugün, öyle güzel ki seni sevmek.
Bir başkası yok diyorsun ya, öyleyse gel.
Düşmanın değilim senin, akraban değilim.
Köşe bucak kaçma benden, biraz zaman ver.
Gel indir kalkanlarını, kılıç yok elimde.
Gel, hayır diyecek çok şey var, onlarla savaşalım birlikte.
Dost olmayalım. Arkadaş olmayalım. Ruh ikizi hiç olmayalım.
Bırakalım adını meraklıları koysun.
Bu sevginin içinde hepsine yer var, gel.
Kızmayalım, kıskanmayalım. Yormayıp yorulmayalım.
Rakı içip sohbet edelim, yeni yeni fikirler üretelim.
Dikenleri okşayıp, yaprakları seyredelim.
Seyahatler edelim, gel.
Senin üzerinde takım elbisen, benim üzerimde çiçekli elbisem.
O ılık, yumuşacık havada, meydanlarda dans edelim, gel. İnsan başka ne ister?
Şimdi sen;
yorgun, uykusuz onca yolu gelip bana kavuşan ayaklarını kesip atıyorsun,
sımsıkı saran kollarını nereye koyacağını,
merakla ve şefkatle bakan gözlerini nereye kaçıracağını bilemiyorsun ya.
Bırak, onlar da gelsinler.
Tamlarını bırak. Yaraların, eksiklerin de gelsinler.
Cesaretini bırak orada.
Dile getirmekten korktuğun özlemlerin, korkuların gelsinler.
Güvenilirliğini bırak, güvenemeyişini umursuyorum ben.
Umarsızlıklarını, umutsuzluklarını da al, gel.
Birlikte iyileşelim.
Bu ne biliyor musun?
Bu sevilmeyen bir kadının sevgiliye çok açık mektubu.
Bu bir teklif, bir çağrı.
Bu bir itiraf. Bir kavuşma umudu.
Hadi şimdi, şu an, her neredeysen kalk gel.
Hadi be.
Sıkılınca gidersin.
Hayatına neredeyse eksiksiz devam eden bir kadının yüzleşmesi bu.
Bir anda bir adamın gelip tüm boşlukları doldurması
ve sonra çekip gitmesi.
Kadının daha önce farkına bile varmadığı boşluklarla kalakalması.
Eksik bir şey bu.
Öyle kuru kuru aşk değil.
Ölüyorum bitiyorum edebiyatı yaptıran gelip geçici duygulardan hiç değil.
Gerçek bu.
Gel benim ol demiyorum sana. Senin olayım demiyorum. Gel, birlikte olalım.
İlk kez buluşuyor gibi buluşup, son kez sevişiyor gibi sevişelim.
Gel. Bir elmanın iki yarısı olmayalım seninle. Yan yana duralım.
Hesap sormayalım, korkmayalım.
Gel kırmayalım birbirimizi. Kördüğüm gibi bağlanmayalım.
Bu ne biliyor musun?
Rüyasında sevdiği adamla mutlu olduğunu gören bir kadının,
daha uyanmadan bunun bir rüya olduğunu anlaması.
Uyanıp, yorganın altında sessizce ağlaması bu.
Öyle, onu kendime nasıl aşık ederim sohbetlerinde geçen aşk değil.
Taktiklerle ve oyunlarla gidilecek bir yol hiç değil.
Gel, oyun oynamayalım birbirimize.
Sadece biz olalım.
Bazen sıkı sıkı tutunman gerekmez,orada olduğunu bilirsin ve sadece dokunarak, hissederek bile dengede kalabilirsin.
Bir vardın bir yok oldun, dengemi düzenimi bozdun, gel.
Yine dengemi bulurum elbet, bu sana ihtiyacım var demek değil.
Ama şimdi, bugün, burada, seni seviyorum.
Buna mecbur olduğum için değil, beni sevmediğini söylediğin için değil,
gidecek başka bir yer, sevecek başka biri olmadığı için değil, sen olduğun için seviyorum.
Doğru olduğun için. İnsan olduğun için.
Kendin olmaya çalıştığın, sorguladığın, aradığın için.
Beni bir zamanlar sevdiğin için.
Gel hadi, yine sev.
Bu ne biliyor musun?
Bu hayatı boyunca zamanın boşa geçmesiyle savaşmış bir kadının,
aylardır tek bir günü özlemesi.
Her gün, o günün tekrar yaşanacağına inanması, beklemesi.
Bak ne hızlı geçiyor zaman. Bak neler yaşayamadık onca ayrı geçen zamanda.
Bir günü daha yalnız geçirmeyelim. Bir günü daha ayrı geçirmeyelim. Gel.
Hayatının merkezine beni koyma sakın, yalnızca burada olduğumu bil.
Burada olduğumu ve her an gidebileceğimi.
Onca zaman sonra yalnız seni sevdiğimi bil.
Sevdiğimi ve bunu her an kaybedebileceğimi.
Duygular değişir, insanlar değişir, durumlar değişir ve hatta hayaller bile değişir.
Aramızdaki ilişki de değişir elbet zamanla.
Ama bugün, eğer hala istiyorsan benimle olmayı,
İçinden küçücük bir şey gelip geçiyorsa bazen, gel.
Ben de böylesine istiyorken seni, gel.
Bir gün başkasını seversen, bir gün başkasını seversem,
bir gün başkalarını seversek eğer, birbirimize darılmayalım.
İnsanız çünkü. Bayılırız buna. Gel biz hayvanları örnek alalım.
Ölene kadar seni seveceğime yemin etmiyorum. Sen de etme.
Kimse de etmesin boş yere.
Gel biz içimizden geldiği gibi davranalım. Yarın kimsenin umurunda değil.
Ağaçların, mevsimlerin, kuşların bile umurunda değil. Gel biz de umursamayalım.
Bu ne biliyor musun?
Aşkın ne olduğunu unutmuş bir kadının haline şaşkınlığı.
Aşkın ne olduğunu unutmuş bir adamın bu hale kızgınlığı.
Kendimi terbiye edeceğim diyorsun ya, gel. Kendini sevgiyle terbiye et.
Bırak o sıkı sıkı ördüğün duvarların yıkılsınlar.
Bırak seni sevgimle sarayım. Çoğaltayım.
İstemiyorum, istemiyorum, istemiyorum diyorsun ya, bırak kırayım inadını.
İzin ver seveyim.
Belki sen de yine seversin beni.
Diğerleri ne derse desinler,
eskilerin dediği gibi “sevdik” deyip geçeriz belki.
Sen hele bir gel.
Bu ne biliyor musun?
Bu çok seven, çok masum seven,
doğrudan seven bir kadının sevgisinden vazgeçme korkusu.
Biliyorum birkaç zaman sonra yitip gidecek bu duygu.
Yerine bambaşka duygular gelecek.
Oysa bugün, öyle güzel ki seni sevmek.
Bir başkası yok diyorsun ya, öyleyse gel.
Düşmanın değilim senin, akraban değilim.
Köşe bucak kaçma benden, biraz zaman ver.
Gel indir kalkanlarını, kılıç yok elimde.
Gel, hayır diyecek çok şey var, onlarla savaşalım birlikte.
Dost olmayalım. Arkadaş olmayalım. Ruh ikizi hiç olmayalım.
Bırakalım adını meraklıları koysun.
Bu sevginin içinde hepsine yer var, gel.
Kızmayalım, kıskanmayalım. Yormayıp yorulmayalım.
Rakı içip sohbet edelim, yeni yeni fikirler üretelim.
Dikenleri okşayıp, yaprakları seyredelim.
Seyahatler edelim, gel.
Senin üzerinde takım elbisen, benim üzerimde çiçekli elbisem.
O ılık, yumuşacık havada, meydanlarda dans edelim, gel. İnsan başka ne ister?
Şimdi sen;
yorgun, uykusuz onca yolu gelip bana kavuşan ayaklarını kesip atıyorsun,
sımsıkı saran kollarını nereye koyacağını,
merakla ve şefkatle bakan gözlerini nereye kaçıracağını bilemiyorsun ya.
Bırak, onlar da gelsinler.
Tamlarını bırak. Yaraların, eksiklerin de gelsinler.
Cesaretini bırak orada.
Dile getirmekten korktuğun özlemlerin, korkuların gelsinler.
Güvenilirliğini bırak, güvenemeyişini umursuyorum ben.
Umarsızlıklarını, umutsuzluklarını da al, gel.
Birlikte iyileşelim.
Bu ne biliyor musun?
Bu sevilmeyen bir kadının sevgiliye çok açık mektubu.
Bu bir teklif, bir çağrı.
Bu bir itiraf. Bir kavuşma umudu.
Hadi şimdi, şu an, her neredeysen kalk gel.
Hadi be.
Sıkılınca gidersin.
7 Ara 2016
Bu Aşk Burada Biter (Ataol Behramoğlu)
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
6 Ara 2016
Sıkıntı (Ahmet ERTAN)
Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Acılar burdu düşlerimi
Kanıksanır oldu ölüm denen şey
Şaşırdım, ürktüm, ağladım.
Bu iş de burada biter
Yarın bir bilet almalıyım
Nerede olursa olsun diyerek
Geceyarısı kayıp giden trenler
Uykularımda koca bir engerek
Kendimi ölümün olmadığı
Bir dünyada bulmalıyım
Yorgunluğumu, tedirginliğimi
Boynumdan bir kement gibi çıkarmalıyım.
Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Bu dünyada bir yürek kaldım
Acılar burdu düşlerimi
Kanıksanır oldu ölüm denen şey
Şaşırdım, ürktüm, ağladım.
Bu iş de burada biter
Yarın bir bilet almalıyım
Nerede olursa olsun diyerek
Geceyarısı kayıp giden trenler
Uykularımda koca bir engerek
Kendimi ölümün olmadığı
Bir dünyada bulmalıyım
Yorgunluğumu, tedirginliğimi
Boynumdan bir kement gibi çıkarmalıyım.
Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
28 Eyl 2016
İstanbul...
Hayallerimin vatanı, aşık olduğum kent...
Bekle beni geliyorum! Ruhum ve bedenim ile ilk defa bir arada, senin yanında olacağım. Evet şaka değil ben geliyorum. Şimdiye kadar hep aynı gökyüzüne baktık, şimdi ise aynı noktadan bakacağız gökyüzüne.
Bekle beni Kız Kulesi... Hezarfen'in getiremediği mektubu, Galata'nın aşkını ben anlatacağım sana.
Kavuşacaksın sevdiğine Galata. Her şeyi anlatacağım Kız'a...
Pierre Loti... Umarım bana verecek bir 5 çayın vardır. Zira duraklarım arasında sende varsın. Haliç'e bakıp tam o noktadan aşık olmayı planlıyorum. Tıpkı Louis Marie Julien Viaud gibi...
Ayasofya... Şimdiye kadar kitapların içine girmek istedim hep seni görebilmek için. Fatih Sultan Mehmet'in, I. Jüstinyen'in elinin değdiği duvarına dokunabilecek olmanın hayali bile bu kadar kusursuzken kalbim görevinden istifa etmeden bunu nasıl yapabileceğim hakkında hiç bir fikrim yok.
Topkapı... Çinilerinin her bir kıvrımını ezberlemiş olabilirim ancak duvarlarındaki sırlara hala erişemedim. Belki benimle bir fincan kahve içip lokumumuzu yerken anlatırsın Fatih'i, Mihrimah Sultanı, Selim'i... Belki Sinan'ı anlatırsın? Olmaz mı?
Yerebatan Sarnıcı. Elbette Medusa'nın gözbebeklerine bakmayacağım... Ancak sütunların için aynı şeye söz veremeyeceğim.
Dolmabahçe... En çok sen konuşmalısın belki de benimle. En çok sendeki odadan korkuyorum. O odada nefes alamadan gözyaşlarımda boğulmaktan korkuyorum. Beni görmeden, duymadan, hissetmeden sevebilen adamın odasında ağlamaktan korkuyorum. Ona bir teşekkür bile edemeden oradan çıkmaktan korkuyorum.
Ve son olarak; sana kavuştuktuktan sonra sensiz kalmaktan korkuyorum İstanbul... Sevgi ve hasretle...
Bekle beni geliyorum! Ruhum ve bedenim ile ilk defa bir arada, senin yanında olacağım. Evet şaka değil ben geliyorum. Şimdiye kadar hep aynı gökyüzüne baktık, şimdi ise aynı noktadan bakacağız gökyüzüne.
Bekle beni Kız Kulesi... Hezarfen'in getiremediği mektubu, Galata'nın aşkını ben anlatacağım sana.
Kavuşacaksın sevdiğine Galata. Her şeyi anlatacağım Kız'a...
Pierre Loti... Umarım bana verecek bir 5 çayın vardır. Zira duraklarım arasında sende varsın. Haliç'e bakıp tam o noktadan aşık olmayı planlıyorum. Tıpkı Louis Marie Julien Viaud gibi...
Ayasofya... Şimdiye kadar kitapların içine girmek istedim hep seni görebilmek için. Fatih Sultan Mehmet'in, I. Jüstinyen'in elinin değdiği duvarına dokunabilecek olmanın hayali bile bu kadar kusursuzken kalbim görevinden istifa etmeden bunu nasıl yapabileceğim hakkında hiç bir fikrim yok.
Topkapı... Çinilerinin her bir kıvrımını ezberlemiş olabilirim ancak duvarlarındaki sırlara hala erişemedim. Belki benimle bir fincan kahve içip lokumumuzu yerken anlatırsın Fatih'i, Mihrimah Sultanı, Selim'i... Belki Sinan'ı anlatırsın? Olmaz mı?
Yerebatan Sarnıcı. Elbette Medusa'nın gözbebeklerine bakmayacağım... Ancak sütunların için aynı şeye söz veremeyeceğim.
Dolmabahçe... En çok sen konuşmalısın belki de benimle. En çok sendeki odadan korkuyorum. O odada nefes alamadan gözyaşlarımda boğulmaktan korkuyorum. Beni görmeden, duymadan, hissetmeden sevebilen adamın odasında ağlamaktan korkuyorum. Ona bir teşekkür bile edemeden oradan çıkmaktan korkuyorum.
Ve son olarak; sana kavuştuktuktan sonra sensiz kalmaktan korkuyorum İstanbul... Sevgi ve hasretle...
29 Ağu 2016
Alengirli Şiir (Ali Lidar)
Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
İyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
İşin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
Küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..
Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
İş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
İyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
İşin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
Küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..
Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
İş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
Bir Şiir Ve Bir Aşk Hikayesi (Hıncal Uluç)
Üniversiteli delikanlı kolejli kıza, bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun bir zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini..
Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler..
Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllar. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı..
Belki de, delikanlı öyle olmasını istediği için, ona öyle gelmişti.
Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette, tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.. "Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okulun civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..
Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "Tabii" dedi.. "Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten.Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de, tanışırsınız.."
"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu.."
Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı..
Konser günü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle..
Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız, yan yana düştüler.
İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce, tanışırken tuttu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken. O an dünyanın bütün şarkıları, dünyanın en romantik şarkısıydı ya o eli tutmak için öylesine büyük bir arzı duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğunun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu..
Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü..
Konserden çıkarken, kız, şakalaştı..
"Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı.. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü... Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı..
Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkende girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu..
Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı.. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. konuşmaya gelmemişti ki.. "Kız keşke orda olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o..
Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış, bir parça dörtlüğe..
Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..
Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolej'in önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..
"Ne hasta beklerdi sabahı
Ve ne geç ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolej'in önündeydi gene..
Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya..
Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa..
Evet, çağırıyordu işte..
Kalbinin duracağını sandı, yaklaşırken..
"Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi, delikanlı.. İkiletmeden..
Ayrıldı kızın yanından.. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden.. Yıllar sonra Levent'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen'in sözlerini, o, o zamanlar biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı..
Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla, bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.
Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar..
O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti.. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü..
"Günlerdir seni arıyorum" dedi.. "Günlerdir seni arıyorum.. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı.. "Yaaa!.."
Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza..
"Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "Bu da sonu onun.."
sonra yürüdü gitti, arkasına bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü, oracıkta okurken..
"Geçti, istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler..
Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllar. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı..
Belki de, delikanlı öyle olmasını istediği için, ona öyle gelmişti.
Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette, tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.. "Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okulun civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..
Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "Tabii" dedi.. "Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten.Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de, tanışırsınız.."
"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu.."
Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı..
Konser günü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle..
Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız, yan yana düştüler.
İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce, tanışırken tuttu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken. O an dünyanın bütün şarkıları, dünyanın en romantik şarkısıydı ya o eli tutmak için öylesine büyük bir arzı duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğunun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu..
Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü..
Konserden çıkarken, kız, şakalaştı..
"Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı.. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü... Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı..
Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkende girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu..
Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı.. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. konuşmaya gelmemişti ki.. "Kız keşke orda olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o..
Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış, bir parça dörtlüğe..
Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..
Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolej'in önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..
"Ne hasta beklerdi sabahı
Ve ne geç ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolej'in önündeydi gene..
Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya..
Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa..
Evet, çağırıyordu işte..
Kalbinin duracağını sandı, yaklaşırken..
"Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi, delikanlı.. İkiletmeden..
Ayrıldı kızın yanından.. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden.. Yıllar sonra Levent'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen'in sözlerini, o, o zamanlar biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı..
Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla, bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.
Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar..
O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti.. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü..
"Günlerdir seni arıyorum" dedi.. "Günlerdir seni arıyorum.. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı.. "Yaaa!.."
Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza..
"Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "Bu da sonu onun.."
sonra yürüdü gitti, arkasına bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü, oracıkta okurken..
"Geçti, istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını!..
Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?..
Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp geçmişti, acaba?
Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor..
Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.
Çünkü, delikanlı, bendim!..
Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?..
Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp geçmişti, acaba?
Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor..
Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.
Çünkü, delikanlı, bendim!..
10 May 2016
Beni Güzel Hatırla (Okan Savcı)
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar…
Farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
Ya da bir yağmur sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu…
Kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için
Uyandın ve ben bittim…
Beni güzel hatırla!
Çünkü; sevdim seni ben, herşeyini…
Sana sırdaş oldum, dost oldum,
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
Beni üzdün, kınamadım.
Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım…
Beni güzel hatırla!
Sayfalarca mektup bıraktım sana.
Şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
Sakladım günahını, sevabını içimde
Sessizce gittim…
Beni güzel hatırla!
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar…
Gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
Söylenmemiş “merhaba”lar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda.
Ne ararsan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda.
Beni güzel hatırla!
Dizlerimde uyuduğunu düşün,
Saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları...
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla.
Gidiyorum...
Bunlar son satırlar…
Farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
Ya da bir yağmur sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu…
Kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için
Uyandın ve ben bittim…
Beni güzel hatırla!
Çünkü; sevdim seni ben, herşeyini…
Sana sırdaş oldum, dost oldum,
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
Beni üzdün, kınamadım.
Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım…
Beni güzel hatırla!
Sayfalarca mektup bıraktım sana.
Şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
Sakladım günahını, sevabını içimde
Sessizce gittim…
Beni güzel hatırla!
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar…
Gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
Söylenmemiş “merhaba”lar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda.
Ne ararsan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda.
Beni güzel hatırla!
Dizlerimde uyuduğunu düşün,
Saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları...
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla.
Gidiyorum...
8 Oca 2016
Gidilmeyen Yol (Robert Frost)
Sarı ormanın içinde yol ayrımına geldim
Ne yazık ki her iki yoldan da gidemezdim
Yalnız bir yolcuydum,öylece durdum
Bir yolun ötelerine doğru bakındım kaldım
Ta uzaklarda yitip gittigi yere kadar.
Düşünüp dururken,öteki yolda karar kıldım
Belki de böylesi daha iyiydi
Çünkü yol yeşildi,tam yürünmek içindi
Ve oradan gelip geçenler
Üzerlerine basıp geçmiş olsalar bile.
Böylece yürüdüm gün ve gece
Yapraklar içinde tek başıma sessizce
Günler boyu böylece yol aldım
Yolun sonunu bile bile,sordum kendime
Bir daha geri dönecek miyim,diye.
İşte bir feryatla haykırıyorum,
Çağlar ve çağlar ötesine
Ormanda yol ikiye ayrıldı
Ve ben daha az yürünenine saptım
Ve bütün olanlar da bu yüzden oldu.
Ne yazık ki her iki yoldan da gidemezdim
Yalnız bir yolcuydum,öylece durdum
Bir yolun ötelerine doğru bakındım kaldım
Ta uzaklarda yitip gittigi yere kadar.
Düşünüp dururken,öteki yolda karar kıldım
Belki de böylesi daha iyiydi
Çünkü yol yeşildi,tam yürünmek içindi
Ve oradan gelip geçenler
Üzerlerine basıp geçmiş olsalar bile.
Böylece yürüdüm gün ve gece
Yapraklar içinde tek başıma sessizce
Günler boyu böylece yol aldım
Yolun sonunu bile bile,sordum kendime
Bir daha geri dönecek miyim,diye.
İşte bir feryatla haykırıyorum,
Çağlar ve çağlar ötesine
Ormanda yol ikiye ayrıldı
Ve ben daha az yürünenine saptım
Ve bütün olanlar da bu yüzden oldu.
16 Ara 2015
Sen Beni Öpersen Belki Fransız Olurum (Muhsin Ünlü)
Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-Senegalliler dahil değil
Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihaplanır
-Yoksa seni rahatsız mı ettim?
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
-Freud diye bir şey yoktur.
Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
-Haydi iç de çay koyayım.
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-Senegalliler dahil değil
Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihaplanır
-Yoksa seni rahatsız mı ettim?
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
-Freud diye bir şey yoktur.
Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
-Haydi iç de çay koyayım.
Mendilimde Kan Sesleri (Edip Cansever)
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi
Ve sözlerine
Yani bir cep aynası alım-satımına belki
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskiden beri
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)