13 Eyl 2014

Hayalimdeki Atatürk

  Atatürk'ü bilmeyen kaldı mı şu ülkede bilmem. Peki ya sevmeyen? Bakın buna bir cevabım var. Evet sevmeyenler var. Onu tanrı,yaratıcı olarak gördüğümüzü, ona taptığımızı düşünenler var. Ama konumuz onlar değil. Yalnız şunu söylemeden edemeyeceğim. Madem onu sevmiyorsunuz onun kurduğu, düzene oturttuğu memlekette ne işiniz var. Defolun gidin hayalinizdeki özendiğiniz üçüncü dünya ülkelerine!

  Neyse gelelim hayalimdeki Mustafa Kemal'e... Küçükken ölülerin yanından dünyaya gelindiğini düşünüyordum. Bana göre ölülerle doğmayı bekleyenler aynı yerde mutlu mesut yaşarlardı. Doğacak herkesin kendisini koruyacak ölü bir koruyucusu vardı. Nasıl bu dünyada anneler,babalar çocuklarına bakıyorlarsa, orada da ölüler doğacak olanlara bakıcılık yapardı benim gözümde. İşte benim bakıcım da Fikriye Hanımdı. Hani şu Atatürk'e aşık olan Fikriye Hanım... Bu yüzden bende doğduğum günden beri Atatürk'e aşıktım. Ona aşık olmamda komşumuz Özgür'ün payı yadsınamayacak kadar çoktu. Bu yüzden onun oradaki bakıcısı da Atatürk'tü. Tıpkı onun gibi mavi gözlüydü, asker olmak istiyordu. Oysaki asker olmak istemesinin nedeni Atatürk'e özenmesiydi. Ama benim için bu arzu, onun doğmadan önceki bakıcısının Atatürk olmasının kanıtıydı. Bir gün bunu Özgür'e anlattım. 

'Kabul et doğmadan önce senin bakıcın Atatürktü. Bu yüzden onu bu kadar çok seviyorsun. Sadece yabancıların bizi yemesinden kurtardığı için değil! O senin doğmadan önceki bakıcındı!' demiştim. 

Önce bana gülmüş, ağabeylik taslamıştı. Sonra 'Bir kere o bir bakıcı değil, Komutan! Bu biiiir... Yabancılar bizi yemek değil yenmek istedi bu ikiiiiiiiiii... Onu biz doğmadan önce bizi düşünüp, savaşlarda bizi ve ülkemizi koruduğu için seviyorum bu da üç! Ayrıca bizim doğmadan önce bulunduğumuz yerle ölülerin olduğu yer farklı. İkisini birbirine karıştırma. Bebekler annelerinin karnından çıkarlar. Senin hayal ettiğin gibi gökten inen yağmur damlalarıyla,meyve sebzelerle annelerinin karınlarının içine girmezler. Onlar hep oradadır sadece en beğendikleri babanın anneleriyle tanışmasını beklerler. Ölüler ise mezarlıkta yaşarlar. Sen onları gittiğinde göremezsin ama onlar seni görürler.' diye küçüklüğümü yüzüme vuran, kendi doğrularımın çoğunu yıkan bir konuşma yaptı bana. Önce sinirlendim. Hatta o kadar sinirlendim ki anneannem beni sokaktan yemeğe çağırdığında koşarak gittim ve yemekten sonra dışarı çıkmadım. Akşam eve dönerken arabada anneme sordum. 

'Anne ben doğmadan önce benim bakıcım kimdi?' 
'Nasıl sen doğmadan önce senin bakıcın kimdi? Senin doğmadan önce bakıcın mı varmış!?' 
'Yok muydu?' 
'Yoktu tabii... Sen yoktun ki senin bakıcın olsun.' 
'Peki Fikriye Hanım kim?'
'Hangi Fikriye Hanım? Anneannenin çapraz alt komşusu Fikriye Hanım mı?' 
'Ya anne onu demiyorum! Atatürk'ün eşini diyorum!' 
'Latife Hanım değil miydi o?' 
'Ya o değil!'
'Peki kim? Allah aşkına kim dedi sana bunları! Fikriye Hanım da kimmiş? Nereden çıktı bu mesele?' 
'Özgür anlattı. Bana ''Bebekler annelerinin karınlarında hep vardır. Meyve sebze yiyince annelerinin karınlarının içine girmezler'' dedi.'
'E doğru demiş çocuk!' 
'Öyleyse ben doğmadan önce orada yalnızsam neden beni kaçırmadılar?' Bu sorum cevapsız kaldı. Çünkü eve gelmiştik. Yukarı çıkıp bu sefer de babama sordum. 

'Baba hani ben doğmadan önce bir yerdeydim ya...' 
'Evet'
'Orada benim bir koruyucum yoktu ya...' 
'Evet' 
'Orada yalnızdım ya...' 
'Evet' 
'Beni o zaman niye orada kaçırmadılar da burada kaçırıyorlar diye tek başıma dışarıya oyun oynamaya bırakmıyorsunuz?' Babamın televizyona takılan gözü bana doğru kaydı şaka mı yapıyorum diye. Gayet ciddi olduğumu anlayınca ağzından uzunca bir kahkaha çıktı. Onlara da kızmıştım. Ne diye gülüyordu bu büyükler? Gerçekler çok mu komikti?

 Odama gittim. Yatağıma çıkıp oturdum. Ne yani şimdi bebekler hep annelerinin içinde mi duruyorlardı? Peki ya nasıl nefes alıyorlardı? Canları sıkılmıyor muydu orada? Peki saçları,tırnakları uzayınca ne yapıyorlardı? Saçları uzayınca önlerine gelmiyor muydu? Sırtları kaşınınca ne yapıyorlardı? Peki ya nasıl banyo yapıyorlardı? Bunları düşünürken kendime bir söz verdim. Bir daha asla bu konuda kimseye soru sormayacaktım! Ama merak da ediyordum. Ümit Öğretmenime sorsam? O da gülerdi bana... Barkın? Barkın ne bilsin benden altı üstü bir gün büyük... Hem ona son sorduğumda 'Leylekler doğru bence' demişti. Okuma öğrensem? Kitaplarda yazar mı ki bu konular? Belki Fikriye Hanımın da kim olduğu yazıyordur? Evet en iyisi ben okumayı öğreneyim! Bunları düşünürken uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda sabah olmuş annem giyeceğin kıyafetlerimi hazırlıyordu. Yepyeni bir gün başlıyordu. O gün okula okumayı öğreneceğim hevesiyle gittim. Şansıma öğretmenimiz okuma alıştırması yaptırıyordu. Birde stajer öğretmen gelmişti. Yanına gidip 'Ben okuma öğrenmek istiyorum!' dedim. Önce bana şöyle bir baktı sonra bana kıyamayıp 'Hadi gel alıştırma yapalım önce seninle' dedi. Bir hafta sonra heceleyerek de olsa okumayı öğrenmiştim. Hemde Özgür hala okulundan verilen fişlerle boğuşurken... (Hava atmak gibi olmasın Özgür 7, ben 5 yaşındaydım!) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarda argo ve benzeri kelimeler kullanmamaya dikkat ediniz.
Türkçenin imla kurallarına uymaya özen gösteriniz.
+18 içerikli yorumlar yapmayı aklınızdan geçirmeyiniz.
Facebook ve Twitter Türkçesiyle yazılmış; k ve v harfleri yerine q,w,x harfleri kullanılan yorumlar okunmadan silinecektir.